Bu yazıyı okumadan önce, eğer seyretmediyseniz, Dedetepe Çiftliği yazısındaki minik filme bakmanızı öneririm. Zira o film ile böyle bir yerin varlığından haberim oldu benim.
Dedetepe'den ayrılırken, Erkan bey'e, o köprü nerededir diye sordum. Arabayla gidecekseniz, bizim çiftlikten çıkınca hemen ilk sola dönün dedi. Tamam deyip vedalaştık ve ilk sola şüphe içinde döndük. Zira yol daha çok yayaların geçebileceği kıvamda göründü gözümüze. Sonra bir baktık bir derecik. Ama Dedetepe konukları yazmış olsalar gerek, eğlenceli bir tabela, suyun arabanın geçebileceği derinlikte olduğunu söylüyordu. Güvendik geçtik, aracımızın amfibi olduğunu da anladık!
Sonra bir tahta köprümsü çıktı karşımıza, o da sanki daha çok yayalar için yapılmış gibiydi. Ama kocaman bir araç karşıdan gelip de oradan geçince anladık ki, biz de geçebiliriz.
Az ilerisinde de bir çay bahçesi vardı. Ufaklığın biri çıktı önümüze ve dedik bu yoldan gidebilir miyiz? Yoksa duralım mı? Az daha gidebilirsiniz dedi, az daha gidip, geri kalanına güvenemeyip durduk. Ondan sonra yanımızdaki böcükle uzun ince bir yola girmiş olduk, bu sefer yaya olarak! Etrafta onun ilgisini çeken o kadar çok şey vardı ki! Güvenlik bağını taktık. Önde babamız, arkada böcük, onu tutan ben yola devam ettik. Zaman zaman anne ile baba yer değiştirdi, zaman zaman babanın kuzeni öne geçti derken bir baktık merak ettiğim o güzelim köprünün önündeyiz. İşte o an, mayolarımızın yanımızda olmadığına pek üzüldüm. Hava o kadar çok sıcak ve su o kadar çok soğuktu ki!
Köprü Romalılar'dan kalmış ve onun üzerinden Truva'ya gidilmekteymiş. O devirde, bu kadar incecik bir köprüden atlar, kervanlar nasıl geçer diye hayrete düşmemek elde değil.
Biz değirmenin yanında suyun içine yapılmış masalı oturma yerlerinden birisinde soluklandık. Orayı boş bulduk zira. Küçümen süt diye tutturdu. O sırada o da gösterdiği performansa devam edebilmek için sütünü içti. Tam çöpümüzü nereye atabiliriz diye bakınıp yola devam edecekken, omzumda Burcu ablamızın elini hissettim. Meğer onlar da ara sırasında oraya gelmişler. Bir su kenarından bahsetmişlerdi ama aynı yer olabileceği aklıma gelmemişti. Biz daha fazla rahatsızlık vermeyelim yola devam edelim dedik. Oturduğumuz yeri de onlara bıraktık... Biraz yukarı doğru tırmanıp köprüden geçtik. Ben bahsedilen şelâleyi de görme niyetinde idim. Yoldaki ufaklıkların anlatımına göre, köprünün biraz üzerinde idi şelâle. Sağımıza baktık, solumuza baktık, yolu Uğur böceği ile gidilecek kadar güvenli bulmadık. Köprünün üzerinden geçip değirmenin yanına vardık. O arada gene bir ufaklıkla karşılaşıp ona da danıştık ama anlattıklarından devam edebileceğim bir yol olmadığına, hâlâ düzelmemiş bir sol bacakla ve Böcükle o kadar cesur olmamam gerektiğine kanaat getirdim.
Eskiden gözümü kırpmadan geçerdim böyle yerlerden, ama hem anne olmak, hem de bir dönem düzgün yürüyememek adamı böyle yapıyormuş demek! Risk alırken bir kez daha, bir kez daha düşündürüyormuş.
Ardından geldik değirmene yeniden ama bu sefer tam göbeğine iniş yaptık.
O sıcakta içi ne güzel serindi. Bütün gün orada oturup, buz gibi suda eğlenenleri seyrederek bile dinlenir insan. Ama bizim o kadar vaktimiz yoktu.
O değirmen kimlere un öğüttü, neler yaşadı, neler gördü diye düşündüm içindeyken. Keşke eski değerini bulabilse, gene değirmen olarak hizmet verebilse dedim.
Biliyor musunuz, taş değirmene hangi buğday girerse, unu da o. Ama günümüz değirmenlerinde farklı farklı hazneler var. Herkesin bugdayı aynı yere akıyor, oradan çıkıp ayrı gözlere giriyor. Ama nihayetinde birbirine karışıyor. Sizin buğdayınız ilaçlı, benimki ilaçsızsa, illâ ki birbirine değiyor ve o kirlilik ona geçiyor. Ama taş değirmen temizlendiğinde bu olasılık yok. Hem kullanılan enerji açısından, hem varolanı yokolmaya bırakmama açısından, hem de bu en son anlattığım durum açısından taş değirmenler o kadar değerli ki! Bildiğiniz benim atladığım başka özellikleri de varsa söyleyin, hemen ilâve edelim hatta.
Herkes eski, yıkık, dökük bir yer gözüyle bakarken, ben değirmene ne kadar kutsalsın diyordum içimden... Keşke yeniden bir can gelse sana diyordum...
Tam geldiğimiz yoldan geriye doğru dönecekken, bizim Uğur Böcüğü'nün Upuscuklarına denk geldik. Fırsat bu fırsattır deyip fotoğraflarını çektik. Daha doğrusu çekmeye çalıştık. Zira sandığımızdan daha hareketli çıktılar. Durduklarında da bize uzak kaldılar. Çok net fotoğraflayamadık.
Ben de yakından bir bambus olduğunu tahmin ettiğim arıcığın fotoğrafını çekeyim dedim.
Böcük Upuscuklarına şarkı söyledi.
Derken bir baktık suya copppp diye birşey atladı. Topunun peşindeki kuçucuğu istemeye istemeye suya sokmuş oldular. Zavallıcık hem topunu hem de suyu seviyor belli ama soğuk suya girmeyi de hiç istemiyordu. Gene de dayanamayıp yanımızda birkaç kez topunu kurtarmak zorunda kaldı.
Sonrasında yavaş yavaş dönüş yoluna koyulduk biz. Burcu ablamız uzaktan el sallıyordu, elinde makine ağaca konan birşeylerin fotoğrafını çekmeye dalmıştı, belki blogundan yazısını da okuruz çektiği fotoğrafın, kim bilir? Aaa bu arada Burcu ablamız, eğer bu yazımızı okursan, biz çıkartma kitaplarına devam ediyoruz. Hatta böcük artık kendi kendine çıkartıp, nereye yapışacağını bulmaya bile başladı, bu konuda uzmanlaşacak, kararlı görünüyor. Ben sana daha erken demiştim galiba değil mi? Böyle de erken olmadığını gösterirler adama dedirtti bizimki... Daha neler öğreneceğiz ondan bakalım?
Kazdağları ve civarının olağan manzaralarından biri. Soğutma sistemi, Mıhlı Çayının buz gibi suyu...
Bizimki de sudan payına düşeni aldı zaten. Bir başka kuyuda suya taş, toprak ne bulursa atma girişimi olmuş. Babaya emanetti kendileri, özgürlükten yana babamız serbest bırakmış... Böcüğü sırılsıklam halde buldum bir içimlik çay sonrası... Kuyuya birşeyler atmaya çalışırken yanına yaklaşmış, suya ellerini sokmuş derken kendisi de nasibini almış. Buz gibi idi kolları, üstü... Allah'tan yanımızda bol yedek kıyafetle geziyoruz. Üzerimizi değiştirip, çaylarımızı bitirip yolumuza devam ettik.
Mıhlı çayı ve Başdeğirmen Köprüsü ile ilgili daha başka yazılanları, günlükleri de okumak isterseniz, aşağıdaki bağlantılara bakabilirsiniz:
Macerayı seviyorsanız da bize bakmayın, o şelâleyi bulmak için mutlaka yollara düşün derim...